19 Şubat 2012 Pazar

Laik Devlet, Anayasal Düzen İçinde Laiklik -1-

Son günlerde yoğun olarak tartışmalara sebebiyet veren Tayyip Erdoğan'ın "dindar nesil" demeci üzerine birkaç kelam etmeden geçemeyeceğiz. Ama öncelikle belirtmeliyim ki yazımızın temel çıkış noktası, devletin bireyin inanış şekline müdahil olma süreci ekseninde anayasal laiklik düşüncesidir. Bu yazımızı kaleme alırken özellikle Mümtaz Soysal'ın 12 Mart sürecinde yargılanmış olan "Anayasaya Giriş" kitabını referans alıyoruz.

Laik Devlet
Değerlendirmelerimizin hataya mahal vermemesi için Batı'daki ve Türkiye'deki özel koşulları ayrı ayrı incelememiz gerekir.
Laiklik '82 Anayasasının 2. maddesinde cumhuriyetin niteliklerinden birisi olarak kabul edilmiştir. 1961 Anayasasında en az değişilik ile 1924 Anayasasından devralınan ilkelerin başında laiklik gelmektedir.

Batı'daki Özel Koşullar
Latincedeki "laicus" sözünden gelen laik deyimi, Türkçe'ye Fransızca'daki "laic" ya da "laique" sıfatından geçmiştir. Başlangıçta salt dine ve kiliseye ait olmayan anlamını taşırken, zamanla bu kavramın muhteva ettiği alan genişlemiştir. Bugünkü anlama erişmesi üç büyük aşamadan geçerek gerçekleşmiştir.

  • Devlet gücünü kullananların bir din veya mezhep taraftarlarını tutmaktan vazgeçerek bütün dinsel inançlara eşit davranmaları.( Bu durumun ilk örneklerini 16.yy Avrupasında yaşanan Katolik-Protestan savaşlarının ardından görüyoruz. Nitekim kralların halkın geniş kitlelerini memnun edecek birisi olması şarttır. Yoksa taht oyunları her zaman devam edecektir. )
  • Devlet kuruluşlarıyla din kuruluşlarının birbirinden ayrılması ve "resmi devlet dini" anlayışının ortadan kalkması. (Ancak öte yandan Avrupadaki monarşik yapıları tek tek incelediğimizde her bir hanedanın belli bir mezhebin koruyucusu haline geldiği aşikardır. İngiliz Kraliyet ailesinin Anglikan Kilisesinin koruyucusu olması buna örnek verilebilir.)
  • Devlet hukukunun ve kamu hizmetlerini düzenleyen kuralların dinsel kurallar olmaktan çıkması. ( Son ve en acılı örneklerini Engizisyon Mahkemeleri sürecinde yaşamış olan Avrupa, bu mahkemelerin ortadan kalkması ile zihinlere ve bilinçlere vurulan zincirlerinden yavaş yavaş kurtulmaya başlamıştır. Süreç uzundur ama toplumun değişimi benimsemesi açısından sürecin uzun olması daima iyidir. Kazanımların kökü sürecin uzunluğu ile doğru orantılı olarak derinlere ulaşmaktadır. Belki de bugün bu tartışmaları dönüp dolaşıp yeniden yapmamızın en önemli sebebi toplumun henüz talep etmediği devrimlerin ona dayatılmış olmasıdır. )
Hemen belirtelim ki hala Avrupa'da resmi devlet dini bulunan ülkeler mevcuttur. Bunlardan en bilineni Yunanistandır ki Ortodoks kilisesinin koruyuculuğunu üstlenmiştir.

İslamda din ve dünya için ayrı ayrı hakikat yoktur. İnsan fiilleri bu iki alem için aynı bir kanuna, yani şeriata bağlıdır. Binaenaleyh cismani ve ruhani kuvvet birdir ve bu kuvveti halife-sultan temsil eder.( Ali Fuat Başgil/Esas Teşkilat Hukuku 1960)
Buna karşılık, Hristiyanlık Roma İmparatorluğunun elindeki Filistin üzerinde belirdiği zaman dünyayı "yeryüzü krallığı" ve "gökyüzü krallığı" olarak ikiye bölme amacındaydı.
Devlet tarafından dokunulamayacak bir vicdan dünyası yaratmak iddiasındaydı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder