21 Aralık 2012 Cuma

İmran Öktem-Nurculuk ile Mücadele




Türk Hukuk tarihinde, devrimci ve ilerici ancak birkaç hukukçu sayabiliriz. İlk olarak aklımıza Mahmut Esat Bozkurt gelir. Sonra avukat Halit Çelenk, Muammer Aksoy, Kontrgerilla ile mücadelede en ön saflarda Savcı Doğan Öz, belki birkaç örnek daha ama emin olunuz ki bir elin parmaklarını geçmez. Bugün sizlere Hukuk tarihimizden gün geçtikçe adı silinmekte olan bir hukukçunun, 1966-68 döneminde Yargıtay Birinci Başkanlığı görevini yürüten İmran Öktem'in '67 Yargı Yılı'nın açılış töreninde yaptığı konuşmayı paylaşıyorum. Bu cesur ve devrimci hukukçu, Voltaire'in bir sözünü tekrarlayarak, "Tanrı'yı da insan yaratmıştır" diyerek geçmişten seslenmektedir bizlere. Şimdi ona kulak verelim...

SAYGI DEĞER CUMHURBAŞKANIMIZ,  
SAYGI DEĞER MİSAFİRLERİMİZ,  
SAYGI DEĞER ARKADAŞLARIM.
Adalet yılının başlaması dolayısiyle yapılan bu toplantıya  şeref verdiğinizden 
ötürü hepinize teşekkür ederim. Söze başlarken son depremlerden yurdun doğu 
bölgesindeki can ve mal kaybından duyduğumuz  elem  ve  kederi  belirtmek  isterim. 

Türk Milleti'nin idare ve azmi bu yaranın en kısa zamanda onarılmasını sağlayacaktır. 
Geçen adalet yılı Yargıtay'da bağımsızlık ve hâkimlik teminatı ile ilgili Anayasa 
hükümlerinden birinin ilk defa uygulanmasına  şahit olduk. Yargıtay Büyük Genel 
Kurulu, ilk defa seçim yolu ile Birinci Başkanını belirtti. Bu seçimde benden çok daha 
değerli arkadaşlar dururken Birinci Başkanlığın bana tevcih edilmiş olması her halde 
Yargıtay'ın en eski bir hâkimi olduğumdan ileri gelmiştir. Bunu 38 seneyi aşan 
hâkimlik hayatımın en değerli bir hatırası olarak saklayacağım. Arkadaşlarımın 
teveccüh ve itimatlarına lâyık olmaya çalışacağım. Arkadaşlarıma huzurunuzda 
teşekkür etmeyi bir borç bilirim. 
Geçen adalet yılı içinde fâni âlemden ebedi göçen hâkim ve savcılara ve diğer 
adalet görevlilerine, adalete uzaktan ve yakından hizmet etmiş olanlara Allah'tan 
rahmet dilerim. Bu arada Yargıtay Üyeliğinden emekli Ali Rıza Kiper, Celâl Türkgeldi, 
Yargıtay Üyesi Reşat Bayramoğlu, Rüştü Kayıkçıoğlu ve Danıştay Birinci 
Başkanlığından emekli Selâhattin Odabaşıoğlu ve Danıştay Üyeliğinden emekli Rasim 
Üngör, Askerî Yargıtay Hâkimliği'nden emekli Tümgeneral  Aziz Avman, Tümgeneral 
Hulusi Alpagut, Hâkim Albay İbrahim Akmaner ve Anayasa Mahkemesi Üyesi Ekrem 
Tüzemen'in adalet hizmetindeki emeklerini  şükranla anar hepsinin aziz ve temiz 
ruhları önünde saygıyla eğilirim. 
Yargıtay Birinci Hukuk Dairesi Başkanı Kâmil Tepeci 40 seneye yakın şerefli ve 
muvaffakiyetli hâkimlik hizmetini yaş itibariyle emekliye ayrılmak suretiyle kapatmış
bulunuyor. Kendisine sıhhatli ve uzun ömürler dilerim. 
Eski Birinci Başkan Recai Seçkin ile Dokuzuncu Hukuk Dairesi Başkanı Muhittin 
Taylan Anayasa Mahkemesi üyeliklerine seçilmek suretiyle Yargıtay'daki başarılı
vazifelerinden ayrılmışlardır. Yeni vazifelerinde dahi başarılarının devamını dilerim. Geçen adalet yılı içinde adalet hizmetinde görev alan hâkim ve savcılara ve 
Yargıtay'daki eski görevine avdet eden Üye Kâmil Gürçay'a başarılar temenni ederim. 
Bu yıl içinde Yargıtay'da müteaddit üyelikler aylarca önce açılmış olduğu halde Yüksek 
Hâkimler Kurulu tarafından bu yerler için henüz seçim yapılamamıştır. Önümüzdeki 
günlerde Lütfü Akatlı, Asım Erkan ve Ekrem Tüzemen'den açılan Anayasa Mahkemesi 
Üyeliklerine Yargıtay Hâkimleri içinden üç arkadaş seçilecektir. Yargıtay'daki açıklar 
bu suretle çoğalacaktır. Boşlukların acele doldurulması işlerin aksamasına engel olacaktır. Yüksek Hâkimler Kurulu üyeleri görevlerini kavramış, çalışkan, hâkimlik 
mesleğinde muvaffak olmuş muvakkat olarak bu kurulda çalışan muhterem 
arkadaşlarımızdır. 
Kurul'un çalışmalarındaki gecikmeler, aksamalar ve yetersizlik kanunî sistemin 
bozukluğundan ileri gelmektedir. Bu kurulun  özel kanunla düzeltilmesi mümkün 
kısımları hakkında bir tâdil tasarısı Bakanlar Kurulu'na sevkedilmiştir. Yargıtay'a üye 
seçilmesini daha süratlendirecek esasların bu tasarıya alınmış olması lâzımdır. 
Tasarının ihtiyaca uygun  şekilde biran önce kanunlaşması beklenmektedir. 
Anayasa'dan gelen aksaklıkları düzeltecek teşebbüslere girişme zamanı gelmiştir. 
Yargıtay 1965 takvim yılında bir evvelki yıldan (19 bin) küsur iş devralmış
bulunuyordu. 1965 yılında (165 bin) küsur iş gelmiş ve toplamı (185 bin) küsura 
varmıştır. Bundan (162 bin) küsuru çıkarılmış, (22 bin) küsuru 1966 takvim yılına 
devredilmiştir. Bir evvelki yıla nazaran gelen, çıkan ve devredilen iş sayısında artış
müşahade olunmaktadır. 
Yargıtay'da Dördüncü Hukuk, Ticaret Daireleri ile Hukuk Genel Kurulu'nda en 
çok gecikme bulunmaktadır. 6 ve 7 nci Hukuk Daireleri son günlerde teraküme doğru 
gitmektedir. Dördüncü Hukuk Dairesi ile Ticaret Dairesi'nde (5 bin)'den fazla iş tetkik 
sırası beklemektedir. Bugün Ticaret Dairesinde 1964 yılının son günlerinde gelen, 
Dördüncü Hukuk Dairesi'nde 1965 yılı  ağustos ve eylül aylarında gelen işler tetkik 
edilmektedir. Hukuk Genel Kurulu'nda (1100) küsur iş vardır. 1963 yılında gelmiş olan 
işlerden bir kısmı sıra beklemektedir. Genel Kurul'un haftada bir gün toplanabildiği, 
bir kısım toplantılarda içtihadı birleştirme görüşmeleri ve seçimler yapıldığı gözönünde 
tutulursa Genel Kurul işlerinin niçin geciktiği anlaşılabilir. Adalet işleri bu kadar 
geciktirilemez. Mahkemeden adalet bekleyenleri senelerce bekletemeyiz. Yargıtay 
hâkimleri bütün gayretlerini sarfetmelerine rağmen bazı dairelerde terakümü 
önleyememişlerdir. Bunun başka yollardan çaresi behemehal bulunmalıdır. Adalet 
Bakanlığfnm Yargıtay'a 30 üye ilavesine dair bir kanun tasarısı hazırlayıp Bakanlar 
Kurulu'na aylarca önce sevkettiğini memnuniyetle öğrenmiş bulunuyoruz, işin 
ehemmiyet ve aceleliğine rağmen bu tasarı aylardan beri Bakanlar Kurulu'ndan Büyük 
Millet Meclisi'ne sevkedilmiştir. 30 üye süratle Yargıtay kadrosunda yer aldığı takdirde 
işleri çok dairelerin müteaddit gruplar halinde çalışmaları sağlanacak, diğer daireler 
takviye edilecek, birikmeler  önlenecektir. Bu arada Yargıtay'ın raportör kadrosunun 
dahi takviyesi cihetine gidilmelidir. Bugünkü üye yardımcısı ve raportör kadrosu 
yetersizdir. Hukuk Genel Kurulu işleri üzerine de eğilmek icabeder. Bu kurulun daha 
kolaylıkla ve daha sık toplanmasını sağlayacak, kurulun toplantı zamanında işleri çok 
dairelerin dahi ayrıca toplanıp kendi daire işleriyle uğraşmalarına imkân verecek bir 
sistem üzerinde durulmalıdır. Genel kurulların üçte iki toplantı yeter sayısı karşısında 
o kurullar toplantı halinde iken kurula  dahil dairelerin ayrıca kendi işleriyle meşgul 
olmaları imkânı bulunmamaktadır. Bu sebepledir ki, genel kurullar haftada bir günden 
fazla toplanamıyor. Toplantı yeter sayısının indirilmesi genelkurulların daha kolaylıkla ve daha sık toplanmasını sağlayacaktır. Fakat hiçbir üyenin mensup olduğu genel 
kurula iştiraki menedilmemelidir. Bu yolda bir  kanun teklifinin Millet Meclisi Adalet 
Komisyonu'na tevdi edildiğini öğrenmiş bulunuyoruz. Teklif  metnini ve gerekçesini 
incelemek fırsatını buldum, ihtiyaçlarımıza uygun olduğunu gördüm. Teklifin biran 
önce kanunlaşmasını beklemekteyim. 

Anayasa'nın emrettiği Hâkimler Kanunu Tasarısı Adalet Bakanlığınca hazırlanmış, 

fakat henüz Bakanlar Kurulu'na gönderilmemiştir. Bu tasarıda yardımlaşma sandığı
kurulmasını öngören maddelerin yer aldığını  öğrenmiş bulunuyoruz. Bu sandık 
hâkimlerin ve o sınıfta bulunanların birçok ihtiyaçlarını karşılayacaktır. Sandığın biran 
önce faaliyete geçirilmesi sağlanmalıdır. Geçen adalet yılı içinde Yargıtay Kuruluş
Kanunu hakkında bir hareket müşahade edilmemiştir. Bu iş çok gecikmiştir, icra 
memuru yetiştirmek için behemehal bir meslek mektebi açılmalıdır. Buna imkân 
verecek kanun süratle çıkarılmalıdır. Adlî Tıp Müessesesi'nin ve vilâyetlerde adlî 
tabiplerin durumu gözden geçirilmelidir. Bu teşkilâtın  ıslahı adaletin daha doğru ve 
daha süratle yerine getirilmesini sağlayacaktır. Bugün Adlî Tıp Müessesesi İstanbul'a 
eski Askerî Rüştiye Okulu binasında çalışmaktadır. Bina çok dar olup, lüzumlu 
tesislerin kurulmasına elverişli değildir. Mevcut tesislerle bugünkü anlamda ilmî 
çalışma yapılamaz. 1927 yılından beri Adlî Tıp Kuruluşu'nda personel bakımından da 
hiçbir ilerleme olmamıştır. Adlî tıbba hekimler tarafından rağbet gösterilmemektedir. 
Bu müesseseyi ilmî bir  şekilde çalışmaya elverişli bir binaya kavuşturmak, yeni 
tesislerle donatmak, adlî tabipliği cazip bir hale getirmek, adlî tabip sayısını ihtiyaca 
uygun bir hale sokmak lâzımdır. Konu buraya gelmiş iken Adlî Tıp'dan tamamen ayrı
olan Grafoloji ve yazı ilmî, inkâr veya sahteliği ileri sürülen bir imza bir yazının tatbik 
ve tahkiki üzerinde durmak isterim. Bu sahada yetişmiş mütehassıslarımız pek az ve 
kifayetsizdir. Artık usul ve kaideleri kurulmuş ve müstakil bir ilim halini almış olan bu 
sahada mütehassıs yetiştirilmesi ve bu sahayı içine alan bir müessese kurulması
hukuk ve ceza ihtilâflarında maddi delillerin toplanmasında yardımcı olacaktır. 
Baroların tam istiklâllerini sağlayacak, onları idarenin vesayetinden kurtaracak, 
avukatları hastalık, ihtiyarlık ve maluliyet yardımına kavuşturacak, istikbal 
endişesinden uzak tutacak ve mahkemelerin tam bir yardımcısı haline getirecek 
Avukatlık Kanununu beklemekteyiz. 

Geçen sene burada yaptığım konuşmada temas ettiğim Yargıtay hâkimleri ile 
diğer hakimlerin protokoldaki yerleri  meselesi henüz tatmin edici bir  şekilde 
düzenlenmemiştir. Bu meselenin Anayasa'nın bu müesseseye ve bütün vatandaşların 
adalete verdikleri ehemmiyet derecesine uygun olarak çözülmesini Yargıtay 
arkadaşlarım ile il ve ilçelerdeki bütün meslektaşlarım sabırsızlıkla beklemektedirler. 
Memnuniyetle haber aldığımıza göre, Adalet Bakanlığı 80, 90,100 liralık 450 adet 
hâkim ve savcı kadrosu ile ayrıca icra memuru, başkâtip ve zabıt kâtibi kadrosu 
sağlamak üzere Bakanlar Kuruluna başvurmuştur. Bu teşebbüsün müsbet sonuç 
vermesi halinde vilâyet hâkim ve memur kadrolarındaki sıkışık durum ortadan 
kalkacak, vatandaşlar adalet hizmetlerinden daha kolay ve daha geniş bir  şekilde 
faydalanacaklardır. 

1966 yılında Yargıtay sekiz içtihadı Birleştirme Kararı vermiştir. Bir numaralı
karar; Türk Ceza Kanunu'nun 456 ncı maddesinin 4 üncü bendinde bahis konusu 
«dilen basit müessir  fiilin belli bir hısım aleyhine silâhla işlenmiş olması halinde 
mağdurun dava ve  şikâyetten vazgeçmesinin tertip edilecek ceza miktarına müessir olup olmayacağı ile ilgilidir. Yargıtay bu konuda mağdur hısım dava ve  şikâyetten 
vazgeçmiş olsa dahi hem hısımlık ve hem de fiilin silâhla işlenmiş olmasından dolayı
457 nci maddenin ilk fıkrası gereğince cezanın iki defa arttırılması gerektiğine karar 
vermiştir. 

İki numaralı karar; cezaların infazı hakkındaki 647 sayılı Kanunun geçici 2 nci 
maddesi ile ilgilidir. Bu madde sürgün cezalarını kaldırmıştır. Bu madde ile Türk Ceza 
Kanunu'nun 173 üncü maddesinin son fıkrasındaki (tayin olunacak bir mıntıkada 
ikametle emniyeti umumiye nezareti altına alınmak) cezasının kaldırılmış olup 
olmadığı noktasındaki tereddütler giderilmiş  ve  bu  fıkradaki fer'i cezanın kaldırılmış
olduğu sonucuna varılmıştır. 

Üç numaralı karar; ceza davalarında hükümden sonra yapılan muhakeme 
masraflarının ne zaman ve nerede ve ne  şekilde karar altına alınacağını
açıklamaktadır. 

Dört numaralı karar; Ereğli Kömür Havzası'nda kömür istihsali sırasında 
ocağın üstündeki gayrimenkullerin maruz kaldıkları zarar ile ilgilidir. Kömür çıkarılması
sırasında yeraltında meydana gelen boşluklardan, toprak üzerindeki arsaların 
kullanılmaz hale geldiği ve binaların hasara uğradığı ileri sürülerek' madeni işletene 
karşı açılan tazminat davalarında davacıya ait tapu kaydının 17 Ocak 1326 tarihli 
Tezkere-i Sâmiye ve bununla ilgili tevhidi içtihat kararı karşısında geçersiz olduğu ve 
doğru bir esasa dayanmadığı yolundaki savunma incelenmelidir. Kaydın geçersiz 
olduğu sonucuna varılırsa tazminat davası reddolunmalıdır. Kayıt geçerli bulunuyorsa 
maden işleten arz üzerinde gayrimenkul sahibine karşı Borçlar Kanunu'nun 58 inci 
maddesi uyarınca ve bu maddede yazılı sebeplerden dolayı kusursuz sorumluluk 
esasları dairesinde sorumlu tutulacaktır. 

Beş numaralı karara göre; bir kadın kocasının evli olmayan başka bir kadınla 
zina yapmasına, o kadını evine alıp karı - koca gibi yaşamasına önce müsaade ve 
muvafakat etmiş olsa dahi bu müsaade o fiilin işlenmesinden sonra belli süre içinde 
karının  şikâyette bulunmasına kocanın ve onunla zina yapan yabancı kadının 
cezalandırılmasına engel olmayacaktır. Bu karar Türk aile anlayışına, kadının genel 
olarak aile içindeki zayıf durumuna uygun olduğu gibi aile düzenini takviye etmek ve 
tek kadın ile evlilik esasını perçinlemek bakımından da faydalı olacaktır. 
Altı numaralı karar; 6785 sayılı imar Kanununun 20 inci maddesi ile ilgilidir. 
Ruhsatsız veya ruhsata aykırı yapıldığından dolayı belediyece durdurulan inşaata 
devam edenler hakkında bu madde uyarınca belediye encümenleri tarafından para 
cezası tayin olunur. Yargıtay işbu para cezalarına karşı yapılacak itirazların adlî yargı
yerlerinde tetkik edilemeyeceğini karar altına almıştır. 

Yedi numaralı karar; cismanî zarar gören kimseye ve adam öldüğü takdirde 
ölünün ailesine manevi tazminat ödenmesi ile ilgili Borçlar Kanunu'nun 47 nci 
maddesini manalandırmakta istihdam edenin sorumluluk  şartlarını belirtmektedir. 
Şöyle ki; istihdam edenin bu madde uyarınca manevi tazminat ile sorumlu tutulması
için kendisinin veya müstahdemin kusuru  şart değildir. Sebebiyet ve illiyet 
münasebeti sabit olmak kaydiyle hâkim bu maddede sözü geçen hususî hal ve şartları
gözönünde tutarak manevi tazminata hükmedebilecektir. istihdam edenin veya 
müstahdemin veyahut her ikisinin kusurunu, ölenin veya cismanî zarara uğrayanın 
birlikte zarara sebebiyet verme halini ve nisbetini veya mağdurun müterafik kusurunu 
hususi hal ve şartlar arasında mütalâa ve takdir edecektir. Sekiz numaralı karar; kira borcunu ödemeyen kiracılar hakkında kira akdini 
sona erdirmek için gönderilen ihtar ile ve Borçlar Kanunu'nun 260 ve 288 inci 
maddeleri ile ilgilidir. Kiracı kiranın müddetine ve cinsine göre, 6, 30, 60 günlük ihtara 
rağmen kira borcunu ödemediği takdirde kiralayan kiralananın boşaltılmasını
isteyebilir. Yargıtay bu müddetlerin hesabında ihtarın tebliğ edildiği günün 
sayılmayacağını kabul etmiştir. 

Yargıtay Genel Kurulları ile özel Dairelerin geçen adlî dönem içinde çözdükleri 
hukuk meselelerini burada anlatmaya imkân olmadığını biliyorum. Fakat Ceza Genel 
Kurulu'nun bir kararını ehemmiyetine binaen yüksek huzurlarınıza arzetmekten 
kendimi alamadım. 20 Eylül 1965 tarihli bu karar Nurculuğa ait kitapları muhtelif 
şahıslara okumanın veya vermenin, bu suretle nurculuk propagandası yapmanın Türk 
Ceza Kanunu'nun 163 üncü maddesinde yazılı suçu teşkil ettiğini belirtmektedir. 
Ceza Genel Kurulu kararına katılan yüksek ve muhterem hâkimlerin hepsi ceza 
hukuku sahasında temayüz etmiş, İslâm Dini'nin iman ve itikat ve ibadetle ilgili temel 
ve özelliklerini gayet iyi bilen, Anayasa'nın ve özel kanunların sağladığı vicdan, dinî 
inanç ve kanaat hürriyetine saygılı samimi kimselerdir. Esasen biz hukukçular için 
samimi ve hakiki iman sahibi bir insan makbul ve muteber insandır.  Bu  iman  ister 
Tevrat'ın, ister İncil'in ve ister Kuranın tanıdığı Allah'a karşı olsun. Bütün bu kitapların 
getirdikleri itikat ve iman  esas ve temellerinin, ibadet  şekillerinin gayesi insanları
kendisi, ailesi ve çevresi için zararlı olmaktan korumak onları faydalı bir hale 
getirmektir. Hukukun gayesi de budur. Hiçbir kimse dinî inanç ve kanaatlerinden 
dolayı  kınanamaz. Bunu elbet Yargıtay hâkimleri bilir. Fakat  hiçbir kimse Devletin 
sosyal, iktisadî, siyasî veya hukukî temel düzenini kısmen de olsa din kurallarına 
dayandırma ve siyasî veya  şahsî çıkar veya nüfuz sağlama amacı ile dini veya din 
duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz. 
Bu 1960 Devrimi'nin getirdiği 1961 Anayasası'nın ihmaline hiçbir aydın Türk'ün 
müsaade ve müsamaha edemeyeceği temellerden biridir. Din, iman ve ibadet perdesi 
altında kendisine, ailesine, çevresine, milletine zararlı hareketler yapılıyorsa ve suçlar 
işleniyorsa bu hal dinin, din ve vicdan hürriyetinin kötüye kullanıldığını gösterir. 
Hukuk buna müdahale eder. Yargıtay Ceza Genel Kurulu, Nur Risaleleri adı altında el 
yazması, taş basması, matbaa basması olarak ele geçen kitapları, bunların lehinde ve 
aleyhinde yazılmış broşürleri ve yazıları incelemiş, yukarıda sözü edilen kararı
vermiştir. Nur Risaleleri ile ilgili bazı ceza kovuşturmaları beraatle neticelenmiş ise de 
ceza hukuku bakımından nerede ve ne zaman hangi şartlarla muhkem kaziyye bahis 
konusu olacağını ceza hukuku ile uğraşan hâkimler çok iyi bilirler. Ceza Genel Kurulu 
işbu kararda şu hususları belirtmektedir: 
Nurculuğun kurucusu Nurslu Said; yarı cahil, okuyup yazmasını bilmeyen bir 
adamdır. Bir zamanlar doğu bölgesinde  şeyhlik faaliyetinde bulunmuş,  İstanbul'da 
siyasete atılmış, siyasî bir demeğin kurucuları arasına girmiş, 31 Mart Vakası'ndan 
önce Derviş Vahdeti ile münasebet kurmuş, Volkan Gazetesi'ndeki yazıları ile 31 Mart 
Vakası'nı körüklemiştir. O sıralarda Kürt Teali Cemiyeti'ne girmiş, Kürtleri Türkler 
aleyhine tahrike gayret etmiş, Cumhuriyet Devri'ndeki yazılariyle de memleketin 
birliğini bölücü -faaliyet göstermiştir. Türkiye'nin batılılaşmasına, millî  şuurun 
uyanmasına yazılariyle ve hareketleriyle muhalefet etmek istemiştir. Türkiye'nin 
kurtarıcısı ve kurucusu büyük Atatürk'ün inkılâpçı hareketlerini tasvip etmemiş, 
yazılariyle onu tahkir etmiş, reformu durdurmak istemiştir. Dini siyasete âlet ve 
Devletin dahili emniyetini ihlâl etmek suçlarından hapse mahkûm olmuş, cezasınıçektikten sonra bir mahalde ikâmete mecbur edilmiştir. Kendisi İslâm Dini ve itikadı
ite bağdaşması mümkün olmayan fikirler ortaya atmış, iddialar ileri sürmüştür. 
Kendisine mucize derecesine varan kerametler izafe edilmektedir.  Said Nursî siyasî 
toplumu ümmetçilik temelleri üzerine kurmak istemektedir. Ona nazaran Atatürk 
Devrimleri dine aykırıdır. Bunlara muhalefet etmek lâzımdır. Nur Risaleleri müsbet ilmi 
inkâr etmekte, medeni icatları ise Kuran ile izaha kakışmakta ve yegâne ilmin Kuran 
ilmi olduğunu, Kur’anı ise yalnız Nur Risalelerinin açıkladığını, bu Risaleler okunmakla 
Kur'an ilminin öğrenilmiş olacağını ileri sürmektedir. Nur  Risaleleri'nin gerçek 
amaçlarına nüfuz edebilmek  için bu konuda yazılmış eser ve yazıların tamamen 
gözden geçirilmesi lâzımdır. Nurculuk maddiyatı, tabiatı ve modern felsefeyi tamamen 
red ve bütün dünya saadetlerini insanlara haram etmektedir. Lâik bir Devlet düzeni 
şeriata aykırıdır. Lâiklik ile dinsizlik arasında bir fark yoktur. Reform ancak 
Hıristiyanlık'ta mümkündür. Türk reformu Hıristiyan reformunun bir taklidinden 
ibarettir,  İslâmiyet hiçbir reforma ihtiyaç  göstermeyecek derecede mükemmeldir 
(İslâmiyet’in inkişaf ve tekamül tarihinden habersiz görülmektedir). Yine Said Nursî'ye 
nazaran lâik Cumhuriyetçi düzen, dini müthiş sadmeye maruz bırakmıştır. Atatürk 
idaresi dehşetli ahir zamandır. Dinsizlik, komünistlik, ifsat komitelerinin faaliyet 
yıllardır. Devrim kanunları muvakkattir ve Hıristiyan kanunlarıdır. Kemalistler 
seviyesiz, anarşist kimselerdir. Devlet  İslâm esaslarına göre kurulmalıdır. Devletin 
manevi şahsiyeti Müslüman olması lâzımdır. Müslümanlara Kur'an dışında bir Anayasa 
lâzım değildir. Said Nursî milliyete ve milliyetçilik fikrine düşmandır. Milliyetçilik İslâm 
birliğine  manidir.  Bu  yol  ile  Bolşevizme ve Sosyalizme karşı mücadele edilemez. 
Bunlarla ancak İslâm ümmetiçiliği mücadele edebilir, İslâmların ittihadı şarttır, İslâm 
milletinin saadeti yalnız  İslâm! hakikatlerle olabilir,  İslâm Devleti'nin merkezi ve 
Mekke'si Arabistan Yarımadası olacaktır, İslâm dininde inkılâp yapılamaz. Devrimler 
İslâmiyet'e aykırıdır. Çok kadınla evlenmek caiz ve  şarttır. Aile saadeti ancak İslâm 
şeriatı dairesinde mümkün olabilir. Bankalar kapıtılmalı, faiz yasak edilmelidir. Mirasta 
kadın ile erkeğe müsavi hisse verilemez. Kadının kocasından boşanma istemeye hakkı
yoktur. Nursî, hilâfet ve saltanatın kaldırılmasını hatırlatarak teessür ve üzüntü 
duyduğunu neşir ve ilân etmektedir. Ona göre. bu Devletin - yani Türkiye'nin - 
felâketi âlemi İslâm'ın müstakbel saadet ve hürriyeti ile telâfi edilecektir. Bu musibet 
İslâm kardeşliğini inkişâf ettirecektir. Bu cümleler Nur Risaleleri diye anılan 
kitaplardan mehaz gösterilmek suretiyle Genel Kurul ilâmına aynen alınmıştır. 
Görülüyor ki, İslâm kardeşliğini inkişaf ettireceği gerekçesiyle Türkiye'nin felâket ve 
musibeti onda bir sevinç uyandırmıştır. 

Kararda belirtilen hususlara devam ediyorum: Nurcular kendilerine Nur 
Talebeleri adını vermektedirler. Nur Talebesi olmak için bazı merasim yapılması ve 
bazı taahhütlerde bulunulması lâzımdır. Nur Talebeleri bekâr kalmalıdırlar. Muhakkak 
evlenmek lâzım ise, bir Nurcu ile evlenmelidirler. Nur Risaleleri'nde Kur'an Âyetleri'nin 
tefsirinde onların tahammül edemeyeceği tarzda batını ve manevi manâlar 
verilmektedir. Samimi İslâm inanışının reddettiği tevafuklar, cirif, ebced hesaplariyle, 
hurifilik usulü ile Kukanın manâlandırılmasına çalışılmış, gelecekten haber verilmeye 
kalkışılmıştır. Nur Risaleleri mukaddes kitaplar arasına katılmak istenmiş, Nurculara 
mahsus dualar tanzim olunmuş, bu suretle Müslümanlar arasında dahi bir zümre 
meydana getirilmiştir. Bu risalelerde Türk Milleti arasında  ırk esasına dayanan, 
zümrecilik cereyanları teşvik edilmiştir. Risalelerle Türk Devleti'nin bağımsızlığını
tenkis ve birliğini bozma yolunda hareketlerde bulunulmuş, devrimlerin ve devrim kanunlarının meşru olmadığı yazılıp telkin edilmiş, lâik bir Cumhuriyet kurduğu için 
Atatürk'e ağır tecavüzler yapılmış, bunları yaymak Türk Ceza Kanunu'nun 163 üncü 
maddesini ihlâl eden bir suç teşkil etmiştir. Çok kadınla evlenmenin propagandasını
yapmak, aile ve miras hukukunun  şeriat hükümlerine tabi olması lüzumunu açıkça 
yazıp telkin etmek faizin yasak olduğunu, bankaların kapatılması gerektiğini ileri 
sürmek, Şer'iye Mahkemeleri'nin ihyasını istemek suretiyle de 163 üncü madde ihlâl 
olunmuştur. Cumhuriyetten önce yazılan risaleler dahi yakın zamanlarda tekrar 
bastırılıp dağıtılmıştır. Bunlardan birinin ilk sahifesinde (Bu müdafaayı bu asra daha 
muvafık gördük) denilerek o Risaledeki sözler için dahi söylenmiş sayılmıştır. Bu 
nitelikteki Risaleleri okumak üzere  halka verdikleri sabit olan sanıkların 163 üncü 
madde uyarınca cezalandırılmaları lâzımdır. Bu karar 15 sahifedir. Geniş açıklamaları
ihtiva ediyor. Ben hülâsasını çıkardım. 

Nurculuk gibi Müslümanlar'ın çoğunluğu tarafından  İslâm akideleri ile telifi 
mümkün olmadığı kabul edilen gerici ve sağcı cereyanlar yurt içinde çok tehlikeli bir 
hal almıştır. Aydın ve doğruyu gören vatandaşlarımın dikkat nazarlarını çekerim. Bu 
akımlara kapılan vatandaşlarımın mühim bir kısmı saf ve temiz insanlardır. Allah'a 
inanma ihtiyacı karşısında din bezirganlarının ağalarına düşmüşler ve yollarını
sapılmışlardır. Bunları kurtarmak lâzımdır. 

Gerçekten bu gerici akımlar toplumu orta çağın başlarına itmekte bir kısmı ise 
vatandaşlar arasında ırk bakımından hizipler yaratmak, reformcu dinamizmi önlemek 
istemektedir. Bizim vazifemiz Türkiye'yi din ve  şeriat oyunlarına sahne olmaktan 
korumak, gericiliği önlemek, devrimleri aynı canlılık ile ayakta tutmak, yalnız müsbet 
ilim metotları üzerinde yürümektir - (En hakiki mürşit ilimdir). Atatürk'ün ölümünden 
itibaren 30 seneye yakın bir za-tnan geçmiştir. Bunları burada tekrar etmek lüzumunu 
duymak çok hazindir. Dindar görünmenin komünistliği önleyeceği iddiası da boştur. 
Milyonlarca koyu Müslüman topluluğunun demirperde gerisinde yaşadığı bir 
hakikattir. Fakat milliyet duygusunun zayıflaması, millî bütünlüğün çözülmesi, ister 
ırk, ister din, ister servet bakımından olsun herhangi bir sebeple vatandaşlar arasında 
ikilik  şuurunun uyandırılması, fukaralık ve zaruretin artması, müsbet ilimden yana 
cehalet komünizm için  en müsait bir ortamdır. Bu  şartları haiz ve fakat çoğunluğu 
dindar insanların teşkil ettiği ortama komünizm din kılığı altında nüfuz etmeye çalışır. 
Bunu hiç unutmamak lâzımdır. 

Büyük inkılâpçı Atatürk'ün şu sözlerini hatırdan çıkarmamalıdır: 
"Türk genci inkılâpların ve rejimin sahibi ve bekçisidir. Bunların lüzumuna, 
doğruluğuna herkesten çok inanmıştır.  Rejimi  ve  inkılâpları benimsemiştir. Bunları
zayıf düşürecek en küçük veya en büyük bir kıpırtı ve bir hareket duydu mu; bu 
memleketin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adliyesi vardır 
demiyecektir. Hemen, müdahale edecektir. Ve kendisi eserini koruyacaktır. Polis 
gelecektir, asıl suçluları  bırakıp suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç polis;henüz 
inkılâp ve Cumhuriyetin polisi değildir diye düşünecek fakat asla yalvarmayacaktır. 
Mahkeme onu mahkûm  edecektir. Yine düşünecek; demek adliyeyi de ıslah etmek, 
rejime göre düzenlemek lâzım diyecek. Onu hapse atacaklar; kanun yolundan itirazını
yapmakla beraber meclise telgraflar yağdırıp haklı ve suçsuz olduğu için tahliyesine 
çalışılmasını, kayırılmasını istemeyecek diyecek ki: Ben iman ve kanaatimin icabını
yaptım müdahale ve hareketimde haklıyım. Eğer buraya haksız gelmiş isem bu 
haksızlığı meydana getiren sebepten ve amilleri düzeltmekte benim vazifemdir, işte benim anladığım Türk genci ve Türk gençliği..."

Rahat uyu Atatürk; bugün böyle aydın bir Türk gençliği yetişmiştir ve iş
başındadır. Senin dediğin gibi; adliyemizin emin olduğun yüksek iktidarı sayesinde 
Cumhuriyet mukadder tekâmülü takip etmekte, türlü  şekil ve kisvedeki tecavüzlere 
karşı vatandaşın hukukunu ve memleketin nizamını masun tutmaktadır. 
Yeni adalet yılının Türk Milleti'ne uğurlu ve adalet hizmetinde bulunanlara 
başarılı olmasını diler, hepinize en candan saygılarımı sunarım. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder