12 Mart 2012 Pazartesi

"Darısı Diğer Yurtseverlerin Başına" Demek, Gerçeklikten Kopmaktır-1-

"Mesele bundan sonra dokunmakta!"
Vallahi manifesto gibi başlık attık, ne yalan söyleyelim. Ama gerçekçi olalım ve dosdoğru bildiğimizden ve gördüğümüzden şaşmayalım. Öncelikle Ahmet Şık ve Nedim Şener'in tahliyelerine duyamadığım mutluluk için herkesten özür dilerim. Niye mi mutluluk duyamıyorum? Hemen açıklık getirelim. Sivil faşizm veya diğer adıyla AKP diktatörlüğü(ya da bir başka tez ileri sürerek söyleyelim, Cemaat faşizmi-ki bugünlerde AKP ile Cemaat arasındaki su götürmez savaş gözler önünde) şuan için oldukça geçerli bir prensip ile sivil darbe politikalarını yürütüyor. Prensibin adını "Mızrağı olabildiğince uzağa atmak" olarak koyarsak, bugün izlenilen birçok politikanın bu prensip ile işlediğini söyleyebiliriz. Misal hemen konumuza geri dönelim, Ahmet ve Nedim'in tutukluluğunu düşünelim. Karşı-devrim güçleri söz konusu bu tutukluluk süreçlerinde mızrağı en uzağa fırlattı. Fırlattığı nokta Ahmet ve Nedim'e kadar ulaştı. Belli bir siyasi çevre ve kitle sadece ve sadece bu iki isim üzerinden mevcut iktidar ve onun faşizan eylemlerine karşı küçük de olsa bir direniş gösterdi. Ama bu kitle için Silivri zindanlarında sadece iki gazeteci vardı; Ahmet ve Nedim...(Hrant'ın arkadaşları gibi onların da gözleri kör edilmişti) Çıktıkları her meydanda sadece onların arkadaşı olduklarını söylediler. Geri kalan tüm tutuklu gazetecileri, bilimadamlarını, siyasetçileri, yurtseverleri gözardı ettiler, görmediler. Onlar için sadece Ahmet ve Nedim vardı. Mızrak alabildiğine uzağa düştü. Yani mızrağı geri çekmek için bir pazarlık payı bırakıldı. Toplumun belli katmanların ilgisi borazan medya tarafından mızrağın düştüğü en uzak noktaya çekildi. Ve şimdi o mızrak düştüğü noktanın gerisine çekilirken "Ahmet ve Nedim'in arkadaşları" sanki bir zafer kazanmışçasına, geride kalanları akıllarının ucundan bile geçirmiyorlar. İşte bu yüzden Ahmet ve Nedim'in tahliyesi için mutlu değilim. 



Şimdi aklımda bir soru daha var. Acaba Ahmet ve Nedim geldikleri yeri unutacaklar mı yoksa toplumsal reflekslere gerçek birer gazeteci hassasiyeti ile müdahale edecekler mi? Dokunan yandı. Peki yanmayı göze alarak yeniden dokunmaya hazırlar mı? Soru açık ve net. Geride kalanlar onlar için bundan sonra ne ifade edecek? Dava sürecindeki bazı yaşanan olaylar aslında bize bu konuda cevap vermek için ışık tutar nitelikte. Misal geçtiğimiz aylarda yapılan Odatv duruşmasında Ahmet Şık ile Yalçın Küçük arasında yaşanan diyalog manidardır. Duruşma gününün Perşembeye alınmasını talep eden Yalçın Küçük'e Ahmet Şık'ın tepkisi gerçekten ilginç. Ahmet Şık diyor ki, "herkes kendi adına konuşsun". Eee, Yalçın hoca kalır mı bu sözün altında. İşte o an tarihe not düşülecek sözleri söylüyor; "Sen, ben yok. Biz varız." Evet işin aslı budur. Umut edelim de hapisten çıkan Ahmet ve Nedim birer Taraf yazarına dönüşmesinler, yaşanan hukuksuzluğu ve faşizmi toplumun önünde gerçek gazeteci kimlikleri ile gözler önüne sersinler. Tabi bir de unutmadan eklemek gerek. "Mızrağı en uzağa atmak" prensibi adını verdik duruma ama pazarlığın karşı kazanımlarını irdelemedik.Peki ama AKP'nin bu tahliyelerden kazanımları neler?
1) Toplumun tutuklamalar konusunda bir nebze de olsa gazı alındı(Toplum olarak genellemek yanlış olacaktır ama toplumun bir kesimi diyebiliriz.)
2) Çok yoğun bir dönemde yine gündem saptırıldı(bknz.4+4+4 eğitim sistemi son hız tartışılıyordu, milletvekilleri komisyon salonlarında dayak yiyordu, Sivas Katliamı davasında zamanaşımına bir gün kalmıştı, Suriye meselesi öyle bir noktadaydı ki Kofi Annan Katar ve Türkiye arasında mekik dokuyordu.) Elbet irdelersek daha birçok neden ortaya çıkarabiliriz ama şimdilik benim aklıma gelenler bunlar.

Sözün kısası, durumun siyasi boyutlarını da bir kenara bırakırsak eğer; 375 gündür babasına doyasıya sarılamayan bir kız çocuğunun bugün yaşadığı mutluluğu hayal etmek bile güzel.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder