26 Eylül 2012 Çarşamba

Neşet Ertaş'ın Ardından

Bir yer vardı orada iyi adamlar, atlar
Bir tarihi oklarla, yayla vurguladılar
Sonra ben tutuklandım, o adamlar, o atlar
Uykusuz gecelerin yarı içinde taylar
Sağrısı geniş birer kısrak oldular
Sonra ben çıktığımda onlar içeri alındılar
O iyi adamlar
       o iyi atlar
          kendileri de gittiler/Özdemir Asaf-Çalkantı 

 
  Uzun zaman olmuştu bir şeyler yazmayalı, lakin bekliyordum güzel şeyler olmasını. Ama olmadı maalesef. Bir acı düştü ki gönül dağımıza, tarifi mümkün değil.
  Anadolu, Dünya denen küçücük bir gezegenin küçücük bir parçası. Ama sanki bütün evrenin acısı ve  sevinci, hüznü, kederi ve bazen de neşesi bu topraklarda toplanmış, harmanlanmış, destan olmuş. Nice yiğitler çıkarmış içinden ve nice yiğitlere de gebedir halen... Kimler geçmemiş ki bu bozkırlardan, Dadaloğulu, Karacaoğlan, Yunus Emre, Pir Sultan Abdal, Aşık Veysel, Aşık Mahsuni Şerif ve daha niceleri. Hepsinin hayatı birer destan, hepsinin hayatı acı dolu. Ama o kadar onurlu ki bu adına Anadolu denen toprağın insanı, bir kere olsun yaygaraya getirip de dillendirmemiş bu acısını, sessiz sedasız yüklenmiş dertlerini. Lakin türkülerine konu etmiş bunları. O dillendiremedikleri acılar türkü oluvermiş, dökülmüş ağızlardan birer birer. Ve yaşadığımız yüzyılda üç güzel insan çıkmış bu geleneğin devamı olarak. İlkin Aşık Veysel gelmiş demiş ki "benim sadık yarim kara topraktır." Sonra Aşık Mahsuni Şerif gelmiş, o şartlar gereği daha politik bir tutum almış, hedefine bu toprakların insanının sırtından geçinen sülükleri koymuş. Sonra Neşet Ertaş gelmiş, gurbetin, sevdanın ve bitmez tükenmez dertlerin ne olduğunu öğretmiş.

 
  Dün kaybettik onu. Onu sıradan bir icracı, yorumcu ya da besteci olarak değerlendirmek mümkün değil. Arkasında ciddi bir gelenek var. Bu bakımdan icrasından bahsettiğimizde hep o geleneği de göz önünde bulundurmamız gerekir. Dolayısıyla konu önü alınamaz şekilde genişliyor. Ama şunu belirtmekte fayda var ki Neşet Ertaş bu gelenek içerisinde en çok üretimde bulunmuş olan ozandır. Ve öte yandan bugün için Neşet Ertaş'ı değerlendirdiğimizde, onu diğer yöre ozanlarından ayıran bir özellik de yaslandığı geleneğin sağlamlığıdır. Bu bağlamda ne yazık ki şunu da söylemem gerekiyor, günümüz ozanları bu geleneğe yaslanmıyorlar ve Neşet Ertaş belki de bu geleneğin son temsilcisi olarak bizlere veda etti. Evet, bugün bir çok saz icracısı görebilirsiniz lakin yaslandıkları bir gelenek olmadığından bunların Neşet Ertaş gibi üretim yapamadığını görüyoruz. Buradaki bu büyük farkı yaratan en büyük sebeplerden birinin Neşet Ertaş'ın babasından gelen o büyük geleneği tanımasından kaynaklandığını söyleyebiliriz. Bildiğimiz üzere Muharrem Ertaş Karacaoğlanın, Keremin ve daha birçok halk şairlerinin şiirlerini havalandırmıştır. Bu yüzden Neşet Ertaş o saz şairleri geleneğine vakıf. Ama ne yazık ki günümüzde Neşet Ertaş'ı bağlama çalma üslubunda takip edebilseler de yöre ozanları bu kültürel arka plandan yoksun. Bunun sebeplerini ise tartışmak başlı başına mesele hatta başarılı bir tez konusu dahi olabilir. Meselenin bir diğer acı yanı, Neşet Ertaş ne yazık ki Türkiye'de, Almanya'dan döndükten sonra, toplumun geniş kesimleri tarafından keşfedildi. Daha doğrusu şöyle söylemek gerekir, Neşet Ertaş yeni tanınmadı ama son dönem de ona ve icrasına karşı olan ilginin arttığı da bir gerçek.
  Velhasılı kelam büyük bir değerimizi yitirdik. Ama emin ki bundan sonra Neşet Ertaş'a yapılabilecek en büyük iyilik hakkında yapılacak olan akademik çalışmalar ve onun çalış tekniğinin kavranması olacaktır.
  Bir de Neşet Ertaş'ın halkçı rolünden bahsetmemiz gerek. Herkesçe bilinir ki Neşet Ertaş büyük bir tevazu insanıydı ve devlet sanatçılığını da kendine has, o güzel üslubu ile reddetmişti. O büyük alçak gönüllülük şu sözlerde gizlidir. “Hepimiz bu devletin sanatçısıyız, ayrıca bir devlet sanatçısı sıfatı bana ayrımcılık geliyor. Halkın sanatçısı olarak kalırsam benim için en büyük mutluluk bu. Şimdiye kadar devletten bir kuruş almadım, bir tek TBMM tarafından üstün hizmet ödülünü kabul ettim. Onu da bu kültüre hizmet eden ecdadımız adına aldım". Lakin bugün cenazesinde içler acısı bir görüntü yüreklerimizi bir kat daha dağlamıştır. O "ben halkın sanatçısıyım" derken, can dostu, gönül yoldaşı halkı ile arasına, bu halkın kan emicileri girmişler, son kez olsun halkı ile kucaklaşmasının önüne geçmişlerdir. Ama bilinsin ki o türküleriyle her daim sevdalarımızın, dertlerimizin, neşemizin ve kederimizin bir parçası olacak. Araya kimler girerse girsin...
  Son olarak yazımı Neşet Ertaş'ın kendi ağzından hayat hikayesiyle bitiriyorum. Bu büyük ozanımızı unutmayalım...

1938 cihana Kırşehir'in Kırtallar köyünde geldin dediler
babama Muharrem anama Döne dedim sen atayı bildin dediler
dizimde sızıydı anamın derdi tokacı saz yaptı elime verdi
yeni bitirdiydim üç inen dördü baba gibin sazcı oldun dediler.
o zaman babamdan öğrendim sazı engin gönüllen hakka niyazı
10 yaşında yaktı bir ahu gözü mecnun gibin çölde kaldı dediler.
zalim kader dervanımı dönderdi duttu bizi Çiçekdağının İbikli köyüne gönderdi.
babam saz çalarken bana zil verdi oynadım meydanda köçek dediler.
anam Döne İbikli köyünde ölünce beş tane öksüz yetim kalınca
hepimiz de hep perişan olunca babam gile burdan göçek dediler.
yörüdü göçümüz çiçek dağının tezek köyüne doğru bu halı görenin yandı bağrı.
üç çocuğun çekilmez kahrı bunlara bi ana bulun dediler.
evimizinen Yozgatın Kırıksoku köyüne vardık bize ana varmı diye sorduk
adı Arzu derler bir ana bulduk işte bu anadır buldun dediler.
en küçük kardeşi kayıp eyledik onun için gizli gizli ağladık
üstelik babamı asker eyledik gine uğursuz yetim kaldın dediler
zalim kader hep birimizi şarşırttı hade verdi dalımıza deşirtti
yardım etti Yozgatın Yer köyüne göçürttü biraz da burda kalın dediler.
Yer köyünden Kırıkkaleye geldik babam saz çalarken biz cümbüş aldık.
Kırşehrine varınca kemanı çaldık aferim arkadaş çaldın dediler.
yarin aşkıylan attı hep derdin babamı bir yare dünür gönderdim.
başlığı çok istemişler haberini aldım istemiyor seni yarin dediler.
Kırşehrinde 7 sene kalınca düğün düzgün hepsi bize gelince
ne yapsın çalgıcı arkadaşlar yer daralınca Ankara'ya gider yolun dediler.
geldim Ankaraya bizim sünetçi Veysel ustayı buldum epeyce ağleştım yanında kaldım
bana 100 lira verdi bi panbık yatak aldım etti isen böyle buldun dediler.
bir ev kiraladım münasip biyerde kaldı kan kardaş hep Kırşehirde
bu aşk hançerini vurdu derinde çaresini bulamazsan ölüm dediler
yarin aşkıynan döndüm şaşkına arada içerdim yarin aşkına

canan acımaz mı garip dostuna bunu da içeriye alın dediler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder