22 Şubat 2014 Cumartesi

Ukrayna, Peki Şimdi Nereye? / Ukrayna Üzerine Düşünceler II


Ukrayna'da Batı emperyalizmi ve Avrasya arasındaki savaşta sona yaklaşılıyor. Savaşın cepheleri gizli değil, alenen ortada. Bir yanda AB-ABD emperyalizmi, diğer yanda ise Avrasya. Ukrayna geçtiğimiz aylarda yaşanan mücadele ile emperyalizme karşı direnişin en önemli cephesi oldu. Gelen son haberler emperyalizmin bu cepheyi nasıl dağıttığını anlamamız açısından önem arz ediyor. Kural değişmedi, emperyalist güçler Ukrayna'nın parçalanması, kaosa sürüklenmesi ve kukla hükümet kurmak adına eski ve değişmez taktiklerini devreye soktu. Ukrayna'nın en gerici ve faşist kuvvetleri arasından kendisine işbirlikçiler yarattı. En son haberler, ırkçı-faşist grupların Lenin heykellerini yıktığını, Ukrayna Komünist Partisi'nin bürolarını basıp yağmaladığını aktarıyor. Hatta İsrail'in Haaretz gazetesinde çıkan bir haber gerçekten dikkate değer. Haaretz, Ukraynalı bir hahamın ifadelerini aktararak, Kiev'deki Yahudi ahalinin şehri terk etmeye başladığını, Yahudi cemaatinin İsrail'den güvenlik yardımı talep ettiğini bildiriyor. Bu haberin alt okumasını şu şekilde yapmakta fayda var; II. Dünya Savaşı esnasında Nazi Ordularını sevgi ile karşılayan Ukrayna'da, halen faşist-ırkçı ve Nazist bir kuvvetin varoluşu ve bu kuvvetin yaşanan olaylarda başı çekmesi, Ukrayna'da anti-semitist saldırıların muhtemel olduğuna işaret etmektedir.


Şimdi Kiev düştü. Kiev polisi protestocuların safına geçtiğini resmen açıkladı. Turuncu Devrim'in lideri Timoşenko hapisten çıkarıldı. Devlet Başkanı Yanukoviç parlamento tarafından görevden alındı. Görevden alınmadan önce muhalifler ile bir barış anlaşması imzalayan Yanukoviç, yetkilerinin önemli bir kısmını seçimlere değin meclise devretti. Erken seçimin tarihi şu saatlerde belirlendi; 25 Mayıs'ta Ukrayna resmen Avrasya cephesinden koparılıyor. Yanukoviç yaptığı son açıklamada bunun açıkça bir hükümet darbesi olduğunu duyurdu. Öte yandan muhalif kesimden seçilen yeni meclis başkanı fiilen devlet başkanlığı görevine başladı. Rusya Dış İşleri Bakanı Lavrov, yaşananları Ukrayna'nın iç egemenliğine ve anayasal düzenine doğrudan bir müdahale olarak değerlendirdi. Şimdi Rusya'nın atacağı adım önemli, Rus'lar zaten ekonomik olarak yıpranmış olan AB'nin eline düşen Ukrayna'nın er ya da geç kendi eksenine geri döneceğinden emin görünüyor. Batı cephesinden gelen ilk açıklamalardan biri İngiltere Dış İşleri Sekreteri William Hague'dan. Hague, Alman Dış İşleri Bakanı Steinmeier ile görüşmelerini aktararak, yeni hükümetin destekleneceğini ve en kısa zamanda bir IMF yardım paketinin Ukrayna ile imzalanacağını açıkladı. IMF borçlandırma paketleri ile ülke ekonomilerinin Batı tarafından esir alınışı eminim hiçbirimize yabancı gelmeyecektir. Buna ek olarak Avrupa Komisyonu Başkanı José Mario Barasso da, reform yanlısı bir hükümetin kurulması halinde, uluslararası toplumun Ukrayna ile ekonomik işbirliğinde bulunacağını duyurdu.


Şimdilik Ukrayna'dan havadisler bunlarla sınırlı. Birkaç makale göze çarpıyor, örneğin Ukrayna Komünist Partisi'nin çizdiği çıkış yolu federatif bir yapının kurulmasını ön görüyor. Ancak bazı kaynaklara göre ülkenin sanayileşmiş Doğu bölgesinde halen Yanukoviç büyük destek görüyor ve federatif bir yapının kurulamaması ülkenin bir iç savaşa yeniden sürüklenebileceğini ve belki de Ukrayna'nın ikiye ayrılabileceğine işaret ediyor. Bekleyip göreceğiz...
-Konuyla ilgilenen arkadaşlar için ilgili haberlerin bir listesini veriyorum;

http://online.wsj.com/news/articles/SB10001424052702304914204579398561953855036?mod=e2fb

http://www.nybooks.com/articles/archives/2014/mar/20/fascism-russia-and-ukraine/

http://www.economist.com/news/briefing/21597004-bloody-skirmishes-between-police-and-protesters-centre-kiev-could-yet-descend

http://www.wsj.com.tr/article/SB10001424052702304275304579398421383604410.html



20 Şubat 2014 Perşembe

Her Sakallıyı Dede, Her İsyanı Gezi Zannetme / Ukrayna Üzerine Düşünceler I

Ukrayna haftalardır alevler içinde. İç savaşa beş kala Kiev sokaklarında kan akmaya başladı. Ukrayna polisi Roma lejyonları gibi sadece kaplumbağa taktiği uygulayarak savunma yapıyor. Göstericiler mancınık(?!) ve motolof kokteylleri ile saldırıyor. Bazı haberlerde silahların da ortaya çıktığı yazıyor. Manzara iç savaşın eşiğindeki bir ülkeye ait.



Ancak gördüğüm ve anladığım kadarıyla kimileri, Gezi Parkı Direnişi ve Ukrayna'daki durum arasında bir takım paralellikler -bugünlerde politik literatürümüzün vazgeçilmez kavramı- kuruyor. Ne yazık ki bu son derece yüzeysel bir bakış açısının ürünü. Polis linç etmek, haklı direnişe karine teşkil etmez. Öte yandan Gezi ile başlayan halk isyanının dinamikleriyle, mücadele eden güçlerin niteliğiyle Ukrayna’dakiler ciddi anlamda bir benzerlik ya da paralellik taşımıyor.

Her şeyden evvel Ukrayna'nın içinde bulunduğu durumu anlamak için, belli tespitlerde bulunmamız icap ediyor. Bunları başlık başlık sayalım;


1- Kapitalizm küresel çapta bir depresyon içerisinde. Bazıları bunu kapitalizmin üçüncü büyük depresyon dönemi olarak niteliyor.Üçüncü Büyük Depresyonu emek sermaye çelişkisi başta olmak üzere tüm çelişkilerin daha da sert yaşanmasına neden oluyor. Hatta bu çelişkiler içerisinde hakim sınıflar arası çelişkiler de söz konusu. Örneğin Türkiye'de İslamcı sermaye ile Batıcı-laik sermaye çatışmasının aldığı son hal ve Ukrayna’da bir yandan Batıcı kapitalist restorasyoncularla diğer yanda Rusya yanlısı restorasyoncuların kavgası da bu süreç içinde değerlendirilebilir.

2- İki hadisenin dinamikleri arasındaki büyük farklılıklar ilk bakışta göze çarpıyor. Türkiye'deki Haziran Direnişi Akdeniz havzasında dönüp dolaşan Arap Baharı ruhundan esintiler taşırken, Ukrayna'daki durum çok daha farklı. Bizim coğrafyamız için, içerisinden geçip, ortaya çıktığı politik süreci göz önüne alırsak, ilerlemeler ve gerilemelerle, isyanlarla, devrimler ve karşı devrimlerle, darbeler ve savaşlarla ilerleyen ve ilerleyecek olan bir süreç bu.



3- Ukrayna'da yaşananlar her ne kadar aynı küresel krizin bir sonucu olsa da, Tunus’la başlayan devrimci sürecin değil 2000’li yılların başındaki “turuncu devrimler” olarak adlandırılan karşı devrimci öze sahip fason devrimlerin bir ürünüdür. Soros tarafından finanse edilen ve bir takım STK'lar (NGO-non governmental organizations) ile kendine uygulama alanı bulan emperyalizmin 2000'lerin başında başlayan küresel saldırısını hatırlayacaksınız...

4-SSCB'nin yıkılışı, Ukrayna'nın anlaşılabilmesi için analiz edilmesi gereken önemli bir hadisedir. SSCB'nin yıkılışı ile birlikte başlayan Avrasya'da kapitalist restorasyonun ihalesine kimin girişeceği büyük bir sorundu. Ruslar kendi oligarklarını yaratarak, "milli" kapitalist bir yapı inşaa etme yolunu seçtiler. Doğu Avrupa'nın kapitalist restorasyonunun Batı tarafından gerçekleştirilmesi için büyük mücadeleler yaşandı. Yugoslavya'nın NATO eliyle parçalanması, Gürcistan'da Karanfil Devrimi(2003), Ukrayna'da Turuncu Devrim(2004), ABD ve AB emperyalizminin desteklediği bölgesel çatışmalardı.



5-  İki ülkede de Batı yanlısı hükümetler kuruldu. 2008 yılında Rusya’nın Osetya sorunu üzerinden Gürcistan’a müdahalesi emperyalist girişimlere önemli bir darbe vurdu ve bölgede güç dengeleri Rusya lehine kaydı. Gürcistan’da Saakaşvili adım adım etkisini yitirirken Ukrayna’da Rusya yanlısı Yanukoviç 2010 yılı ile birlikte devlet başkanlığı koltuğuna oturdu.

6- Bugün Ukrayna’da yaşanan çatışmaları ateşleyen ise Yanukoviç’in 5 yıldır AB ile müzakere edilmekte olan ticaret anlaşmasını askıya alarak yerine Rusya’dan 15 milyarlık yardım alması oldu. Böylece 2004 yılında depreme yol açan fay hattı yeniden tetiklendi.

Ukrayna'da bugün sokaklara ve meydanlara dökülen muhalefeti de biraz inceleyelim. Ukrayna muhalefetinin başını çeken partiler, neo-liberal ve milliyetçi programlara sahip ( yabancı haberlerden okuyup anladığım kadarıyla Türkiye'de ANAP'a denk düşecek yapılar). Bunların dışında faşist ve ırkçı sağ kesim partilerinin bu koalisyon içinde bulunması, bu isyan hareketine gerici bir karakter katmaktadır.



Öte yandan, ırkçı ve faşist partilerin yer aldığı bir meydanın ortasında Avrupa Birliği bayrağının dalgalanıyor olması da önemlidir. Gezi Direnişi, karakteristik olarak tam bağımsızlık ruhunu birincil planda olmasa da taşımaktaydı. Ancak Ukrayna'da dalgalanan AB bayrağı, Batı'ya karşı açılmış teslimiyetin beyaz bayrağını andırmaktadır. Gezi Direnişi esnasında elinde AB veya ABD bayrağı alarak sokağa fırlayan kimse yoktu, olamazdı...

Sonuç- Ukrayna’da işçi sınıfının sahneye çıkması, faşizme yolu açan restorasyoncu Yanukoviç iktidarına bel bağlamadan güçlü bir anti-faşist cepheyi oluşturmak için gerekli. Türkiye’de ise işçi sınıfının sahneye çıkması isyanı ilerletmenin bir unsuru. Ukrayna’dan Gezi çıkarmaya çalışanlara olsun son sözümüz. Gerici bir hareketi, Avrupacı ve sol liberal duyarlılıklarla parlatarak, gerçeklere yüz çevirmek, korkuya teslim olmaktır...

(RT bir süredir Canlı yayınla Kiev'deki gösterileri yayınlıyor; ilgilenen arkadaşlar için:
http://rt.com/on-air/ukraine-central-kiev-protest/ )





1 Ocak 2014 Çarşamba

“The Raven”- Edgar Allan Poe




Once upon a midnight dreary
as I pondered, weak and weary
over many a quaint and curious
volume of forgotten lore
while I nodded, nearly napping
suddenly there came a tapping
as of some one gently rapping
rapping at my chamber door
“‘Tis some visitor,” I muttered
“tapping at my chamber door
only this and nothing more.”
Muttering I got up weakly
always I’ve had trouble sleeping
stumbling upright my mind racing
furtive thoughts flowing once more
I, there hoping for some sunrise
happiness would be a surprise
loneliness no longer a prize
rapping at my chamber door
seeking out the clever bore
lost in dreams forever more
only this and nothing more
Hovering my pulse was racing
stale tobacco my lips tasting
scotch sitting upon my basin
remnants of the night before
came again
infernal tapping on the door
in my mind jabbing
is it in or outside rapping
calling out to me once more
the fit and fury of Lenore
nameless here forever more
And the silken sad uncertain
rustling of the purple curtain
thrilled me, filled me
with fantastic terrors never felt before
so that now, oh wind, stood breathing
hoping yet to calm my breathing
“‘Tis some visitor entreating
entrance at my chamber door
some lost visitor entreating
entrance at my chamber door
this it is, and nothing more.”

(...)


18 Ağustos 2013 Pazar

Sivil İtaatsizlik Üzerine Çalışma Notları -1-


GİRİŞ

21. yüzyılda dünyada ve ülkemizde yaşanan gelişmeler bizi sivil itaatsizlik konusuna daha yakından eğilmeye ve bu konuyu tartışmaya yöneltiyor. Haziran Direnişi(bu isimlendirmeyi daha doğru buluyorum, çünkü eylemler bir park adıyla özdeşleştirilmenin çok ötesinde, yurt sathına yayılmış, Anadolu’nun ücra köylerinde dahi etkisini göstermiştir), Occupy Wallstreet eylemleri toplumsal hareketlerde yeni yöntemlerin ve yeni eylem modellerinin gelişmesinin önünü açıyor. Bu yeni eylem modellerinin gelişiminde sosyal medyanın etkisi ve gücü ise birçok iletişim ve medya uzmanı açısından incelenmeyi bekleyen ayrı bir tez konusu değeri taşıyor.

Sistem krizinin ulaştığı son nokta, 20. yüzyılın başlarında teorileşmeye ve üzerine tartışmalar açılmaya başlanan "sivil itaatsizlik" meselesini bugün için çok daha önemli bir yere taşıyor. Derin uykuda yaşam mücadelesi veren ve kulağına fısıldanan iyimser eleştiriler ile uyanmasına imkan olmayan Türk Soluna yeni ufuklar açması gereken, -bizim için- yeni olan sivil itaatsizlik alanı, bugün üzerine daha çok çalışmayı ve tartışmayı gerektiriyor. Özellikle hukukçulara, siyaset bilimcilere ve sosyologlara büyük görevler düşüyor.

Kaleme aldığımız bu yazımızda, meseleyi üç bölümde inceleyeceğiz. Öncelikle Sivil İtaatsizlik olgusunun temel unsurlarını, daha sonra dünyada sivil itaatsizlik alanında sergilenmiş pratikleri ve nihai olarak da Türkiye'de sivil itaatsizlik eylemlerini, bu eylemlerin politik etkilerini inceleyeceğiz. Ve belirtmek gerekir ki, üç bölüm olarak paylaşacağım bu yazılar daha nitelikli bir çalışmanın ön taslaklarıdır. Bu nedenle tüm katkılara, eleştiri ve düzeltmelere açıktır. Ülkemizde bu alandaki çeviri ve yazılan eser eksikliği de göz önünde bulundurulursa, içine düşeceğimiz tüm hatalar ve eksiklikler için şimdiden affınıza sığınırız. 


SİVİL İTAATSİZLİK NEDİR?

"Neden yasalara uyarız" sorusunun cevabı totolojik bir form içerisinde verilir; Yasalara yasa oldukları için uyulur. Bugün Türkiye'de herhangi bir hukuk fakültesinde eğitim görmekte olan öğrencilerin birçoğu da bu soruya aynı cevabı vererek, düşünmenin, düşüncenin ve tartışmanın kendisinden kaçınacaktırlar. Biz bu soruya belki ayakları havada kalacak bir cevap olarak şunu verebiliriz; Toplumsal Sözleşme.

Ancak yasalar bilerek veya bilmeyerek birçok kişi tarafından ihlal edilirler. Yasaları bilerek ihlal edenleri ise ikiye ayırarak incelemek doğru olacaktır; adi suçlular ve siyasi suçlular. Suçlular suçlarını meşrulaştırmak için bir takım gerekçeler ortaya koyarlar. Adi suçlular yasaları ihlal etmelerini toplumsal ve bireysel gerekçelerle meşrulaştırmaya çalışırken, siyasi suçlular eylemlerini(ihlal hareketini) esas olarak ahlaki-etik çerçevede, politik terimler ile gerekçelendirerek meşrulaştırırlar.


Siyasi suçlar yoluyla yapılan yasa ihlalleri, kimileri tarafından “özgürlük savaşı” olarak adlandırılan silahlı eylemleri, zora dayalı siyasal protestolar ve eylemleri kapsar. Yasaları ihlal etmenin politik ancak silahsız ve barışçıl bir diğer yolu ise “Sivil itaatsizlik” eylemleridir. Sivili itaatsizliği diğer siyasi suçlardan ayıran bir takım özellikler vardır. Bu unsurlara geçmeden önce altını iyice çizmemiz gereken nokta, sivil itaatsizlik eylemlerinin birer siyasi suç olduğudur. Unutmamak gerekir ki toplumsal sözleşme ve devlet itaat ve tam bir teslimiyet ister.

Tanım bölümünü kısaca toparlayacak olursak sivil itaatsizlik; “şu ya da bu ölçüde adil” ilişkilerin hüküm sürdüğü demokratik bir sistemde ortaya çıkan ciddi haksızlıklara karşı, yasal imkanların tükendiği noktada son bir çare olarak başvurulan, kendisine anayasayı ya da toplumsal sözleşmede ifadesini bulan ortak adalet anlayışını temel alan, şiddeti reddeden, yasadışı politik bir eylemdir.

SİVİL İTAATSİZLİĞİN UNSURLARI

Bu bölümde esas aldığımız sınıflandırma, Yakup COŞAR’ın “Kamu Vicdanına Çağrı, Sivil İtaatsizlik” kitabına hazırlamış olduğu önsöze uygun olarak ele alınmıştır.

1-Yasadışılık

Biraz önce de altını çizdiğimiz üzere sivil itaatsizlik, haksız bir uygulamaya karşı yasal yollarının tükenmesinin ardından başvurulan yasadışı bir eylemdir. Ancak bu noktada da diğer siyasi suçlara göre önemli bir ayrıma gidilmesi gerekmektedir. Yasadışı eyleme girişmek ilke olarak yasadışı örgütlenmeyi ya da eylemi savunmak anlamına gelmez. Sivil itaatsizlik eylemcisi bu yola ancak sonuç getirecek yasal yolları tükettikten sonra başvurur ve eylemcinin esas olarak anayasal düzenin ilkelerine ya da toplumsal sözleşmeye esastan bir itirazı bulunmamaktadır. Aksine sivil itaatsizlik eylemcisi bu yola, temel ilkelerin belirleyicisi anlaşmaların ihlal edilmesi ve çiğnenmesine duyduğu tepki nedeniyle başvurmaktadır. Bu sebepledir ki sivil itaatsizlik eylemi yasadışı olmasına karşın meşru bir eylem türüdür. Meşruiyetini temel ilkelere olan bağlılığından almaktadır.

2-Alenilik ve Hesaplanabilirlik

Sivil itaatsizlik eylemi yasadışı olmasına karşın gizli değil, aksine açık ve aleni bir eylemdir. Burada alenilik, eyleme katılanların kendilerini gizlememeleri anlamında değil, kamuoyunca algılanabilir özellikte olması anlamına gelmektedir. Hesaplanabilirlik ise eylemin seyri ve sonuçlarının eylemin başında söylenenlere uygun olmasıdır. Örneğin sessiz oturma eylemi yapılacaksa, yapılacak olan sadece budur, ardından bir başka eylem gelmeyecektir. “Duran Adam” olarak isimlendirilen eylem gerçekleştirilirken slogan atılmayacak, İstiklal Marşı okunmayacaktır. Hesaplanabilirlik eylemcinin samimiyet ve inandırıcılığı açısından büyük önem taşır. Söylenen ile yapılan arasındaki uyum tartışılmazdır.

3-Politik ve Hukuki Sorumluluğun Üstlenilmesi

Eylemci birey ya da grup eyleminin politik sorumluluğunu üstlenir. Eylemci açık ve sorumlu davranarak olası bir cezai işlemi aleni bir şekilde başkasına zarar vermeden üstlenir. Hukuki sorumluluk konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Kimi teorisyenler hukuki sorumluluğu üstlenmenin eylemcilerin samimiyetinin bir ifadesi olarak algılanıp, eylemin çağrı etkisini güçlendireceği gerekçesiyle böyle bir şeyi savunurken, diğerleri meşru düzeyde girişilen bir eylemden dolayı cezanlandırılmayı kabul etmenin doğru olmadığını savunmaktadır.


4-Şiddetin Reddedilmesi

Sivil itaatsizlik, şiddeti reddeder. Bu açıdan sembolik bir takım yasa ihlallleri söz konusudur. Ancak bu noktada üzerine tartışılması gereken nokta şiddetin ne olduğu, sınırlarının nerede başladığı ve nerede bittiğidir. Önemli bir soru her türlü zor kullanımının şiddet olarak nitelendirilip nitelendirilemeyeceğidir. Psikolojik baskı bir tür şiddet midir? Bu noktada ölçüt kabul edilmesi gereken durum, sivil itaatsizlik eyleminin karşıtlarının veya eylem dışındaki üçüncü kişilerin eylem nedeniyle fiziki ve psikolojik bütünlüklerine yönelebilecek bir zararın bulunmamasıdır. Gandhi’nin uygulamasında fiziki açıdan yaralayıcı ve zarar verici hareketlerin ötesinde yaralayıcı ve zarar verici sözler de yer almamaktadır. Sivil itaatsizlik düşmanlıkları derinleştirmenin değil, düşmanlığı gidermenin; karşıtı yok etmenin değil, ikna etmenin bir yoludur. Bu sebepler göz önünde bulundurulduğunda, sivil itaatsizlik eylemiyle amaçlanan hedef ve şiddet arasında bir bağ kurulamaz.

5-Ortak Adalet Anlayışına ve Kamu Vicdanına Yönelik Bir Çağrı

Sivil itaatsizlik eylemi çoğunluğa yapılan bir çağrı ve mesaj niteliğindedir. Çağrının temelinde kamusal bir adalet anlayışı yer almaktadır. Sivil itaatsizlik yoluyla bir azınlık grup, çoğunluğun yaptıklarını ortak adalet anlayışına uygun olarak yeniden değerlendirmesini ve azınlığın taleplerini tanımak isteyip istemediğini incelemeye zorlar. Ortak vicdana yönelik olan eylem, çoğunluğu meseleyi irdelemeye yönlendirmelidir. Eylemin vicdanlara yönelik bir propaganda olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Ancak bu noktada altını önemle çizmemiz gereken mesele şudur; Kendisine ortak adalet anlayışını temel alan sivil itaatsizlik eylemi, bireysel çıkarlar ya da toplumun diğer üyelerinin haklarının gaspına yol açacak grup çıkarlarıyla gerekçelendirilemez. Örneğin, dini özgürlükleri ihlal edilen bir mezhebin sivil itaatsizlik eylemine başvurması mümkünken, dini inanç ve kuralları toplumun geneli için geçerli kılmayı hedefleyen bir eylem, sivil itaatsizlik eylemi olarak adlandırılamaz.
  
6-Sistemin Geneline Değil, Tekil Haksızlıklara Karşı Ortak Eylem

Bu başlık algılanabilirlik açısından, sosyalistler için zorlu bir bölüm. Şunu belirtmek gerekir ki, burada ele aldığımız sivil itaatsizliğin unsurları, Yakup Coşar’a ait tasniften alıntılanmıştır. Topyekûn bir sistem karşıtı mücadeleye girişmiş bireyler için elimizden geldiğince açıklayıcı olmaya çalışacağız. Sivil itaatsizlik eylemi az ya da çok adil olduğu kabul edilen toplumsal ilişkiler sistemine karşı değil, tek tek haksızlıklara karşı yapılır. Bu sebepledir ki, sivil itaatsizlik eylemi ideolojik bir birlikteliği gerektirmediği gibi, aslolan karşı çıkılan ya da istenen şeylerde ortaklıktır. Unutmamak gerekir ki çok farklı ideolojilerden hareketle somut bazı sorunlara karşı ortak sonuçlara varmak mümkündür. Örneğin, bir nükleer silah karşıtı eylemde çok farklı ideolojik kaynaklardan beslenen sosyalistleri, yeşilleri ve hatta kimi dini grupları yanyana görmek mümkündür. Zaten sivil itaatsizlik örgütlenmelerinin başarısı, farklı eğilimlerin çabalarını ortak bir noktaya yönlendirme kapasitesiyle doğru orantılıdır. Sivil itaatsizlik eyleminin ömrü, genelde söz konusu haksızlığın giderilmesi ile son bulur. Sivil itaatsizlik eyleminin süreklilik özelliği taşımadığının da altı çizilmelidir. İkincil bir nokta ise, farklı görüşlerin temsil edildiği bu tür örgütlenmelerin genelde ademi merkeziyetçi, taban inisiyatifine dayalı, demokratik örgütlerden teşekkül edeceğidir. “Klasik” model partiler aracılığıyla sivil itaatsizlik eylemlerinin yürütülmesi zordur. Çünkü bu partiler insanları ortak bir dünya görüşü etrafında bir araya getiren kalıcı örgütlenmelerdir. Parti çerçevesinde yapılabilecek bir çağrı, parti dışı unsurların eyleme katılımı açısından bir bariyer oluşturacak, farklı eğilimleri bir araya getirme hedefi başarız olacaktır.


7-Eylem Ciddi Haksızlıklara Karşı Yapılır ve Haksızlıkla Makul Bir İlişki İçindedir

Yasal yollarla sonuç alınamayan her durumda yasadışı yola, sivil itaatsizliğe başvurulamaz. Böyle bir şey sivil itaatsizliği işlevsiz hale getirecek, katılanların inandırıcılığını azaltacaktır. Ciddi haksızlıkların ise ne olduğu bir tartışma konusudur. John Rawls, kurduğu adalet teorisinden yola çıkarak, ciddi haksızlığın tanımına ilişkin bazı şartlar belirlemiştir. Bunlar; eşit özgürlükler ve eşit şans ilkelerinin ihlal edilmiş olması ve haksızlığın politik muhalefetin uzun ve yoğun çabalarına karşın devamlılık gösteriyor olmasıdır.

8-Haksızlıklarla İlgili Çifte Standart Uygulanamaz

Kamu vicdanına çağrı amacı güden sivil itaatsizlik eylemcisi, karşı durduğu haksızlığın öznesinde veya mağdurunda(haksızlığın pasif sujesi) ayrımcılık yapamaz. Örneğin, işkenceye karşı bir sivil itaatsizlik söz konusu ise, işkencenin kime yapıldığı veya kimin yaptığı önem taşımamaktadır.

Bu bölümü Gisela Raupach-Strey’in sivil itaatsizlik tanımı ile toparlayarak son veriyorum. “Sivil itaatsizlik, yasal protesto biçimlerine karşı bir hukuki normun çiğnenmesiyle; bencil ve olağan hukuk ihlallerine karşı dikkate ve saygıya değer bir ahlaki-siyasi motivasyonla işlenmesiyle; gizlice işlenen kriminal fiillere karşı kamuya açık olmasıyla; geleneksel, klasik direnme hakkı, devrim, ihtilal, hükümet darbesine karşı duruma göre kamuya açıklığı ve şiddetsizliğiyle; siyasi teröre ve dinsel fanatizme karşı, protesto edilen devlet ediminin haksızlığının diğer üçüncü kişilerce görülebilir, anlaşılabilir ve yine kendisinin kaba güçten arınmış olmasıyla; ileri sürülebilecek samimiyetsizlik iddialarına karşı edimin sonuçlarına katlanmaya hazır bulunma tutumuyla temelde ayrılmaktadır.”


NOT: Yazımızın bu ilk bölümü kabul etmek gerekir ki, fazlasıyla teorik yoğunluklu ve sıkıcı bir havada geçti. Ancak bir kavramın tam olarak ne olduğu saptanmadan, düzgün bir tanımlama yapılmadan üzerine konuşmak, kavramla ilgili pratikleri değerlendirmek doğru olmayacaktır. Yazımızın ikinci bölümünde, sivil itaatsizliğin tarihsel olarak gelişimi ve dünya üzerinde yaşanmış örnek pratiklerini ele alacağız. Yazı dizimizin, tahmini olarak Eylül ayı sonlarında tamamlanabileceğini düşünüyorum. Yazının başında da belirttiğim üzere, eleştiriler ve katkılara ihtiyacımız sonsuz. Qui audet vincit !

24 Haziran 2013 Pazartesi

Ethem'in Katillerini Serbest Bırakan Ankara 13. Sulh Ceza Mahkemesi Hakimine Açık Mektup




Halkların Haklı İsyan ve Başkaldırı Hakkı

Bu yazıyı bir hukuk fakültesi öğrencisi olarak değil, bir yurttaş ve insan olarak kaleme alıyorum. 

Yasalar, birbirinden bağımsız ve ayrı yaşayan insanların toplum halinde yaşamalarını, birleşmelerini sağlayan koşulları belirlerler. İnsanlar, her yerde süregiden savaş içinde yaşamaktan yorgun düşmüşler; özgürlüğü koruma konusundaki belirsizlik yüzünden hiçbir yararı kalmamış olan sözde özgürlükten, sözde özgürlüğü tatmaktan gına getirmişlerdir.

Özetle insanlar, esenlik, güvenlik ve dirlik düzenlik uğruna hiç değilse özgürlüklerinin geri kalanından yararlanmak amacıyla onun bir parçasını gözden çıkarmış, toplumsal yaşamın inşası için fedakarlıkta bulunmuştur.

Bir ulusun egemenliği, herkesin iyiliği için gözden çıkarılan özgürlüğün bütün parçalarının toplamıdır. Yasama ve yürütme erkleri ise modern bir devlet yapısında, ulusal egemenliğin yasal emanetçisi ve uygulayıcısıdır. Ancak bu emaneti vermekle iş bitmemektedir. Egemenliğin herhangi bir insan tarafından, tek başına, kendi çıkarı için özel olarak ele geçirilmesinden de korunması gerekir. Egemenliği ele geçirme gayesindeki bu kişi, emanetin içindeki kendisine ait devredilmiş özgürlüğünü geri almakla kalmayacak, aynı zamanda başkalarına ait olan kesimlerini de ele geçirmeyi arayıp duracaktır. Öyleyse, toplum yasalarını ilk vahşi kaos döneminin içine yeniden gömen her insandaki bu zorba ruhu, egemenliği ele geçirme eğilimini yıkmak için etkili araçlara ihtiyaç vardır. İşte bu etkili araç yasalardır, kanundur. Yasaların genel amacı, toplumsal egemenliğin korunmasını sağlamaktır.

Bugün, toplum olmak adına emanet ettiğimiz özgürlüklerimiz, bu bir kişinin saldırısı ile karşı karşıyadır. Bizi bir toplum yapan ortak fedakarlığımız ve irademiz yok sayılmakta, tüm iradelerin ve düşüncelerin üzerinde bir düşünce kurulmaya çalışmaktadır. O halde, kolektif güvenlik, dirlik ve düzen için emanet edilmiş olan özgürlüklerimizi korumak, siz hakimlerin koruyuculuğundan çıkmış ise bu görev halkımızın eline geçmiş demektir. Bireyler, ortak güvenliklerinin sağlanması amacıyla bir toplumsal sözleşme yapmış ve bu sözleşme ile güvenliği sağlaması gereken mekanizmalar belirlenmiştir. Ancak bugün, toplumsal güvenliğin sağlanması için oluşturulmuş mekanizmalar(kolluk kuvvetleri), kendisini meydana getiren iradeye karşı yönelmiş bir silah haline gelmiş, toplumun birliğine ve güvenliğine tehdit oluşturmaya başlamıştır. Öyleyse, halkın egemenliğini yeniden ele alması ancak halkın haklı başkaldırısı ve isyanı ile mümkündür.

Evet, yanlış duymadınız. Halkımızın hukuken isyan ve başkaldırı hakkı doğmuştur. Hukuk fakültesinden mezun olmuş siz hakim bey, bunu gayet iyi biliyorsunuz. 

Ellerinizden Masum İnsanların Kanı Damlıyor Hakim Bey

Bir üst başlıkta anlatmış olduğum üzere, yargı olmayabilir ama hukuk bugün başkaldırandan yanadır. Çünkü bir hak söz konusudur ve bu hakkı elde etmek ancak ve ancak hak sahibinin müdahalesi ve mücadelesi ile mümkündür.

Ellerinizden, Ethem'in kanı damlıyor hakim bey, ellerinizde tertemiz insanların tertemiz kanları var, sizlerin kirli ellerinde... Elleriniz kirlidir hakim bey, çünkü o eller bugün kirli bir karar metninin altına imza atmıştır. Verdiğiniz karar ne adalet ile ne de adına karar verdiğiniz halkın vicdanı ile örtüşmektedir. Kararınız kanunsuzdur ve kendine insan diyen hiç kimsenin yüreğinde yeri yoktur. Göreviniz, bir katili korumak ve kollamak değildir. Göreviniz, bir katili, halkın vicdanında ait olduğu noktaya göndermektir. 

Siz sayın hakim beyden naçizane ricam. Lütfen hakikatlerden korkmayınız. Adaletin tecellisi, hakikatin güçlü kılınması ve hakikatten taraf olmak ile mümkündür. 

Saygılarımla,
Mehmet Mert ÖZKOÇ


3 Haziran 2013 Pazartesi

Bir Diktatörün Son Kumarı

Üç gündür sokaklardayız. Üç gündür canımız pahasına, tepemize düşen gaz bombası fişeklerine, 4-5 metre üstümüzde patlayan ses bombalarına rağmen direniyoruz. Gözaltılar, işkenceler ve gün geçtikçe yoğunlaşan şiddete karşın alanlardayız ve meşru direniş hakkımızı kullanıyoruz. Adeta Paris Komünü günlerini yeniden yaşıyoruz. Ancak yoğun bir pratik uğraşı gerektiren bu süreçte, düşünmeye ve değerlendirmeler yapmaya yeterince zaman bulamıyoruz. Belki de bu yüzden, bazen ne için orada olduğumuzu ve taleplerimizin neler olduğunu unutuyor, kaotik bir mücadelenin parçası oluyoruz. Bu yazıda son 3 günde gelişerek yükselen büyük halk direnişinin değerlendirmesini yapmak, üzerine düşünmek ve bu sürecin hangi noktaya gittiğini tespit etmeye çalışmak gayreti içerisinde olacağım.

Öncelikli olarak bazı tespitlerde bulunmamız gerek. Açık olarak görünen bir gerçek var ki, o da Tayyip Erdoğan'ın son bir ay içerisinde toplumsal gerilimi hızla artırdığıdır. Suni bir gerilim sürekli olarak körüklendi. Öncelikle insanların yaşamlarına yönelik bir saldırı ve müdahale süreci başlatıldı. Ardından bir inatlaşma ve buyurganlık ile Gezi Parkı, AKM'nin yıkımı ve Taksime camii yapımı mevzusu ortaya atıldı. Peki ama bugüne kadar sistematik ve programlı bir yol izleyen AKP ve Tayyip Erdoğan neden gerilimi yükseltiyor, çatışma ortamını körüklüyor? Bu sorunun cevabını inanın ben de bilmiyorum. Ama bu yazıda cevap arayacağımız esas soru işte tam olarak budur.


Bir takım senaryolar her dönem olduğu gibi konuşuluyor, efsaneler yaratılıyor, bazen gerçeklik hiçe sayılarak dezenformasyon ve spekülasyon niteliği taşıyan bilgiler ağızdan ağıza paylaşılıyor. Özellikle sosyal medya bu amaçla nitelikli bir araç olarak kullanılıyor. Akıllarımızı gittikçe karıştıran gelişmeler oluyor. Tayyip Erdoğan son ABD ziyaretinin ardından, programlanmış bir şekilde saldırılara başladı. (Önemsiz bir nokta olarak görülebilir ancak bu süre zarfında Ankara'ya hiç uğramadı, ABD dönüşünden bu yana İstanbuldaydı ve bugün itibariyle de Kuzey Afrika ziyaretlerine başladı.) Öte yandan AKP kadrolarının yaptığı temkinkli açıklamalara karşın satır aralarında görülen panik ve tedirginlik dikkat çekici. Askeriyeden ise henüz bir ses çıkmamış olması, açıkçası tedirgin edici. Bu verilerden yola çıkarak birkaç senaryo da biz üretelim, zaman bizi sınasın ve akıl yürütmelerimizin doğruluğu kontrol edilmiş olsun. Ama yaşanan tüm bu olayları tahlil etmek için ABD ziyaretini doğru okumak ve yorumlamak gerekir. Çünkü toplum üzerinde kurulan tüm bu gerilim hatları, ABD ziyaretinin yapılmasının ardından somutlaşmaya başladı. 


Senaryo 1 - Ve Tayyip Kaçar...


Bu senaryonun gerçekleşebilme ihtimali diğer senaryolara nazaran daha düşük. Ancak ihtimaller arasında yer alması gerek. 15 Mayıs 2013'te ABD ziyaretine başlayan Tayyip Erdoğan, Suriye ve "Açılım Süreci" meseleleri ile ABD'ye gitmesine karşın, döndüğü andan itibaren bu meseleleri bir kenara bırakarak, suni gerilim stratejisini uygulamaya koyuldu. Gün geçtikçe gerilim tırmandırıldı. Gerilimin tırmanış sürecini bir doğru orantı skalasına oturtursak, Türkiye'nin bir iç savaşa doğru sürüklendiğini görmek zor değil. Bu "iç savaş" senaryosunun ABD görüşmelerinde hazırlanmış olması muhtemel. Erdoğan'a " Görevini tamamladın, şimdi bu senaryoyu uygulamaya koy ve ülkeyi terk et" görevi verilmiş olması bir ihtimaldir. Üstüne üstlük kör gözüne parmağım denerek, " %50'yi zor evde tutuyoruz." demek bu senaryo açısından başka bir argüman değeri taşıyor.


Senaryo 2 - Kürt Devletinin Kuruluş Sancıları


İkinci senaryo Türk Tarih Kurumu Eski Başkanı ve MHP milletvekili Yusuf Halaçoğlu tarafından dile getirildi. Halaçoğlu, süreç içerisinde cereyan edecek Diyarbakır'daki bir ayaklanmanın bastırılamayacağı, bu duruma tepki gösterebilecek kitlelerin de farklı bir cephede mücadele halinde oluşunun iktidar tarafından kolaylıkla kullanılabileceğini vurguladı. Bazılarımız için paranoyakça bir düşünce olsa dahi bu ihtimal de göz önünde bulundurulmalıdır. Çünkü Tayyip Erdoğan BOP Eşbaşkanlığı görevini sürdürmektedir. Nihai amaç projenin gerçekleştirilmesi kapsamında ikinci İsrail'in bölgede oluşturulmasıdır. Yaşanan son gelişmeler bu amaca uygun olarak görülebilir. Üstüne üstlük bugün yaşanan Kuzey Irak yönlü PKK saldırısı bu senaryoyu destekler nitelikte. 


Senaryo 3 - Cumhuriyete Elveda, Yeni Rejime Merhaba...


Üçüncü senaryo bugün okuduğum bir yazıdan edindiğim izlenime ilişkin. Anayasa hukukçusu ve YÖK eski Başkanı Erdoğan Teziç şöyle bir ihtimali dile getiriyor; Tayyip Erdoğan, bir süredir, parlamenter demokrasiden, başkanlık rejimine geçiş çalışmaları yürütüyor. Bu doğrultuda yeni anayasa için hızlı girişimlerde bulundu, sürecin ilerleyişindeki hız bu amaca ulaşmak için ne kadar istekli ve neleri göze alabilir olduğunu gösteriyor. Ancak anayasa değişikliği bile amaca giden yolda yetersiz kalıyor çünkü anayasa mevcut yapının bile değiştiremeyeceği bir takım maddeler içeriyor. Söz konusu maddelere elleyemediği ve rejimi değiştiremediği için de, olayı başka noktaya çekmek istiyor. Bu durum tam da onun istediği gibi ilerliyor, olayları daha da şiddetlendirmeye çalışıyor. Çünkü eğer anarşi ortamı artarsa, askeri sokağa salabilecek. Çünkü eğer askeri sokağa salabilirse, ki onun da içini boşaltıp kendi yandaşları ile doldurdu, o zaman Meclis’i bertaraf edip, Kurucu Meclis’e yönelebilecek. Çünkü Kurucu Meclis’e yönelir ise, Anayasa’yı sıfırdan baştan yazabilecek. Peki biz bu senaryoyu daha önce gördük mü? Evet gördük, bundan 40 yıl önce İran’da, son yıllarda Tunus’ta, Mısır’da…. Sokaklara sol görüşlü kişileri sürüp, sonrasında İslami rejimler kurulmadı mı? Kuruldu…. Bu senaryoyu destekler argümanlarımız oldukça sağlam. Öncelikli olarak TSK içerisinde yaşanan ve adına Balyoz, Sarıkız, Ayışığı denilen bir takım tertipler ile TSK içerisindeki yurtsever birçok üst düzey subay ve daha da önemlisi ve daha büyük rakamlara ulaşan genç subay tutuklanarak bertaraf edildi. Bu tertipler sürecinin başlangıcından bu yana yaşanan istifaları göz önünde bulundurursak, AKP döneminde orduya giren birçok kişinin söz konusu istifalar nedeniyle boşalan kademeleri doldurmak üzere hızla yükseltildiğini görüyoruz. Öte yandan askeri komuta kademesinin iktidar ile tam bir ittifak içerisinde olduğunu söylemek pek de zor değil, öyle ki ne Suriye ne de "Açılım Süreci-PKK'nin geri çekilişi" zarfında hiçbir tepki göstermemiş olması bunu doğrular nitelikte.


Peki Ama Ne Olacak?


Yaşadıklarımızın spontane gelişmediği ve sistematik bir program dahilinde uygulandığı aşikar. Suni bir gerilim ancak onu yaratana hizmet eder, tabi bizler bu çarka çomak sokmadığımız takdirde... Bu büyük halk hareketi kendiliğinden başlamadı, kendiliğinden de son bulmayacak. Bu ayaklanma Erdoğan tarafından başlatıldı ve emirleri doğrultusunda gerçekleştirilen ve yedi günlük eylem sürecinde aşağı yukarı 3-4 kez gözlemlenen provokasyonlar ile gerilim tırmandırılarak devam ediyor.


Dikkatli olalım. Çünkü bu savaş haklı bir savaş, bu savaş meşru direniş hakkının doğduğu bir savaş. Tayyip Erdoğan tüm varlığı ile bir kumar oynadı. Kaybetme riskinin yüksek olduğu ancak bir takım hileler ile kazanma ihtimalinin yükseltilebileceğine inandığı bir kumar. Hilelerini yapmaya başladı. Sivil görünümlü polis arabalarını alanlara sokmaya, insanları öldürmeye, ajan provokatörlerini kitlenin içine salmaya başladı. Şimdi tetikte olma zamanı. Çünkü zafer mutlaka bizim olacak, çünkü bir daha böyle bir fırsat bulamayacağız. Şimdi tüm oyunlar bozulmak üzere ama unutmayın her şey bizlerin elinde. Kazanmak ve kaybetmek ellerimizde. Avuçlarımızdan güzel ve özgür günlerin kayıp gitmesine izin vermeyin. Provokasyonlara karşı temkinli olun. Örgütlenin, çünkü örgütlenmek unutmayın tarihsel süreç içerisinde insanların deneyimleyerek ulaştıkları bir noktadır. Zorluklar ancak örgütlenerek aşılabilir. Her nerede olursanız olun örgütlenin. Çünkü bizler zaferi nasıl kazanacağımızı artık biliyoruz. Faşizme karşı bu büyük zafer ancak ve ancak BİRLEŞEREK kazanılabilir. Unutmayın haklı olan biziz ve biz kazanacağız. Haydi barikatlara!


22 Nisan 2013 Pazartesi

VEDA




SSSR-den 1924 senesinde ayrılırken
SSSR
gidiyoruz artık,
ver elini ver,
vedalaşalım!
Sevdik,
seviyoruz seni,
nasıl severse kurşun yaralı duvarların
Marks'ın resmini!
Mujiklerinin toprağı sevdiği kadar
sevdik
seviyoruz
seni!
Rusya!
917 tevellütlü Rusya!
Seni Kafkasya'dan

ta
Sibirya'ya

kadar yaya
dolaşmış gibi tanıyoruz!...
Hâlâ mataralarımızın dibinde
kaynar suyu var karlı istasyonlarının!
Rusya,
Lenin'in memleketi,
gördük sende nasıl kemale ermiş
şaha kalkan kütlelerin kudreti!...
Bugün şehirlerden uzak
raylarda uyuyan,
45 kişilik boş vagonlardan,
taze kan kokusu gibi yükseldi burnumuza,
919 kızıllarının neşesi!


Sesimizde bıyık burdu inkilabın en delikanlı çağı!
Sibirya rüzgârlarıyla haykırdık:
kurşun çarmıhına sanki biz çakmışız gibi
Kolçağı!
Senin 1 Mayıslarını gördük!
Uğultularla duyduk
kocaman bir çan gibi haykıran Kızıl Meydanı!
Kızıl başlı, tunç memeli komsomolkaların,
çıplak ayaklarıyla
kafamızda fır döndürdü Karmanyolu!
Rusya,
imtihana hazırlanan bir mektepli aşkıyla,
komünizm alfabesini okuyan Rusya!
Ey, kableltarih devrimizin penceresinden
herkesten önce burnunu çıkaran diyar!
Ey yalınayak
koşarak
mersedes motorlarını geçen memleket!
Biz de seninle gördük aynı yastıkta,
traktör ordularıyla dolu rüyalarını!
Seyyareden seyyareye köprü kuran
bir radyo gibi duyduk,
senin damarlarında vuran
elektrik aşkını!...
Kooperatiflerle dükkânların,
hükümet bankalarıyla hepmanların,
gırtlak gırtlağa kavgasını biliyoruz!
Ve diyoruz
sana:
Sular düşürdü seni nepekorkma fakat
kaptandır er - ka - pe!
yüzeceksin!
Ve sanma ki durdun,
yüzüyorsun!...
Rusya!
Senden ayrılırken kafamızda,
Engels'in materyalizmi gibi ölmez
hatıralar
var!
SSSR
gidiyoruz artık,
ver elini ver
vedalaşalım!...

Moskova, 1924
(Nâzım Hikmet, Şiirler 8, sayfa 210 -212)